Faik Canselen'e Ödül
Faik Canselen, 1911 doğumlu bir müzik neferimiz. Ankara Sevda ve Cenap And Müzik Vakfı’nın bu yılki Onur Ödülü olan Altın Madalyasına değer bulundu. Onun adını belki de ilk kez duyuyorsunuz. Ne uluslararası bir konser salonunda yapıtı çalındı, ne yoğun çaları yapıldı, ne devlet sanatçısı oldu, ne profesör, ne de müzik dünyamızın sorunları üstüne gazetelere beyanat verdi. O kendi köşesinde eğitim için çırpındı, müziğini yerel motiflerle besleyerek halkı çoksesliliğe alıştırmayı amaçladı; müzik dersi kitapları yazdı, gençlik için korolar kurdu; İstanbul ve Ankara’da olduğu kadar Anadolu’nun çeşitli köşelerinde, askeri müzik okullarında armoni, müzik tarihi ve koro öğretmenliği yaptı ve tam kırk iki yıl böyle çalıştı. Sevda Cenap And Müzik Vakfı, her yıl bu ödülü bir müzik emekçisine veriyor. Cumhuriyet müzik devrimine katkıda bulunan, yurt dışında sesimizi duyurmuş ve yıllarını bu uğurda harcayan kahramanları değerlendiriyor. Onların sayısı da gün geçtikçe o kadar azalıyor ki, her yıl altın madalyanın yeni sahibini merakla bekler olduk. Faik Canselen, Trakya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Balkan Savaşı sırasında, Kırklareli’nde dünyaya gelmiş. Annesi küçükken ölmüş, babası da Çanakkale Savaşına çağrılınca “Şefkat” Yurdunda büyütülmüş. İstanbul Balmumcu İlkokulunda müzik hocası Hulusi Öktem, ona sihirli bir dünyanın gizli kapılarını açmış. 1926-31 arasında Ankara’da yeni kurulan (1924) Musiki Muallim Mektebinin öğrencisi olmuş. 1938-43 arasında yine yeni kurulan (1936) Ankara Devlet Konservatuvarında okumuş. Kompozisyon ve Orkestra yönetiminden mezun olmuş. On yedi yaşındayken bestelediği “İleri” marşı “Yürü, atıl, devir karanlığı” dizeleriyle hemen Türkiye genelinde yaygınlaşmış. 1935’te Cumhuriyet Gazetesinin açtığı Musiki Müsabakasında halk jürisinin oylarıyla “Köy Düğünü” adlı yapıtı birinci olmuş. Fahri jüriyi oluşturan Hindemith, Şostakoviç, Vlach gibi yabancı müzikçiler, Cemal Reşit, Muhiddin Sadak, Akses ve Nimet Vahid gibi konservatuvar hocaları son kararı vermiş. Bu arada Ankara radyosunun yayına başladığı ilk dönemde, savaş yıllarının yankısıyla marşlar söylemek üzere bir koro kurmuş. “İlk koroyu ben kurdum. Hikmet Şimşek bile benim bir yıl öğrencimdi. Savaş sona erince bu koronun daimi kalması için başvurmuştum. Bir gün Cevad Memduh Altar, Necil Kazım Akses ve Ulvi Cemal Erkin beni konuşmaya çağırdı. Altar onların sözcüsü olarak, hocaların eserlerini de okutmalısın, dedi. Ben nihayet öğretmen kökenliyim, onlar muhterem eserler ama bu koroya ağır gelir, deyince bana karşı düşmanlık oluştu. Hop diye koroyu kaldırdılar.” 1946-49 yılları arasında devlet bursuyla Paris’e giderek Cezar Franck Yüksek Müzik Okulunda ve Paris Devlet Konservatuvarında eğitim görmüş. Savaş sonrası Paris’in yokluk içindeki ortamında kendi deyimiyle bir papaz gibi çalışıp bu okullardan mezun olmuş. Canselen, Türkiye’de Adnan Saygun, Muhtar Ataman, Veli Kanık, İhsan Künçer, Ulvi Cemal Erkin ve Hasan Ferit Alnar gibi çoksesli Türk müziğinin öncü besteci ve yorumcularıyla; Paris’te ise Elvin Court, Jean Rivier gibi isimlerle çalışmış. NE KADRO, NE EV, NE İŞ, NE EŞ VAR Ankara’da konservatuvar çevresinin ona karşı beslediği ayırımcı tutum uzun yıllar devam etmiş. Paris’ten döndükten sonra bir de bakmış ki okuldaki kadrosu bile kaldırılmış. “Ne çalışacak yerim, ne evim barkım, ne karım çocuğum vardı. Ve kendimi çeşitli kademelerdeki müzik okullarında öğretmenliğe adadım. Müzik dersi için eğitim kitapları yazdım. Korolar kurdum onları çalıştırdım. Hatta Ankara Spor Sarayında bin kişilik bir koro oluşturduğumda sanki büyük bir kantat bestelemişim gibi mutlu oldum”. Bu arada yıllar önce piyano için yazdığı Köy Düğünü’nü orkestraya uyarlayarak senfonik bir yapıt haline getirmiş ama tam elli beş yıl hiç kimse çalmayı üstlenmediği için gün yüzüne çıkmamış. “1990’da Hikmet Şimşek, on yıl elinde tuttuktan sonra İzmir’de çaldırttı. 1996’da Gürer Aykal CSO’da İkinci Süit adını verdiğim bu Köy Düğünü’nü seslendirdikten sonra bana öyle bir güç geldi ki, o güne kadar başlanmış, yarı kalmış nice çalışmayı raflardan indirdim. Günde belki on saat çalışarak genç Canselen’in başladıklarını yaşlı Canselen’in tecrübesiyle buluşturarak yeni bir kimlikte ortaya çıkardım. Böylece her biri iki kısımlı, allegro-andante şeklinde beş süit yani on senfonik eser tamamlanmış oldu. Bunların her biri de hemen CSO’da Aykal, Şallıel ve Krimetz gibi şeflerle yönetilerek seslendirildi.” Canselen müziğini şöyle tanımlıyor: “Bence biz hala çoksesliliğe geçiş dönemindeyiz. Birdenbire ton duygusundan bağımsızlıkla halka bu müziği kabul ettiremeyiz. Bestekarların tarihi vazifesi çoksesliliği sevdirip yaşatmaktır. Ben serbest armoni kullanarak, Anadolu motifleriyle çağ sonu İzlenimciliğini birleştirdim. Yumuşak, kolay anlaşılır bir dil kullandım.” Halen kırk beş yıllık eşi Şükran hanımla Ankara’da yaşayan Faik Canselen, yarım yüzyıllık unutulmuşluktan sonra yeniden gün yüzüne çıkmanın, değer bulmanın mutluluğunu yaşıyor. Neredeyse yirminci yüzyılın tüm serüvenine tanık olmuş 92 yaşındaki bir delikanlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder