ÇAYKOVSKİ’Yİ LANG LANG’DAN DİNLEMEK
“Çaykovski’yi o kadar sevme, sonra ucuz müziğe çabucak kayabilirsin” demişti çocukluk yıllarımdaki bir “entellektüel” ağabeyi. O zamanlar böyle öğütler verirlerdi yeni yetişenlere: “O ahım şahım melodilere kendini kaptırma; müziğin ilk cümlesinden sonuna kadar seni tutsak etmesine izin verme!” Ben de sanki yatak altında saklanan kitapların tadı gibi, gizlice dinlemek üzere korumaya almıştım Çaykovski’yi. Onun “Gençlik Albümü”nü piyanoda çaldığım zaman, günlük çalışmalarımı dinlemekten bıkan ev halkı bir başka ilgi göstermişti. Evdeki radyoda Kuğu Gölü, Fındıkkıran, hele 1812 Uvertürü çaldığında sesin yükseltildiğini, bu müziğe ayrı bir eğim olduğunu çok iyi anımsıyorum. Ama öyle bir koşullanmıştım ki, çalarken de dinlerken de kanatlanıp uçmamak, ayaklarımı yerde sağlam tutmak zorundaydım.
Her bestecinin kendi çağı içinde olduğu kadar tarih içindeki yerini değerlendirmeyi daha sonra öğrenecektim. Hele her birinin bana seslenen yönünden özgürce keyif alma hakkını çok daha sonra tanıyacaktım kendime.
(Bu arada uluslararası müzik sözlüklerinde Tsch olarak başlayan Çaykovski’nin adını Kiril alfabesinin karşılığı olarak bizdeki Ç sesiyle yazmaktayız. Tıpkı Şostakoviç’te olduğu gibi. Bunu yadırgayan okurlarım için bir saptama!)
Çaykovski’nin acılarla dolu gizli dünyasını öğrenmek belki her dinleyici için ayrı bir heyecandır: Ural dağlarında geçen çocukluk yılları, Rus Beşleri’nin onu fazlasıyla kozmopolit bularak dışlamaları, eşcinsel eğilimi ile çektiği acılar, zoraki evliliği, intiharın kapısına dek varan bunalımları, Madam Von Meck’in uzun yıllar onu yaşama bağlayan maddi ve manevi desteğini birden kesmesi ve sır dolu ölümü, bu besteciyi ayrıcalıklı kılar.
Onun Batı’ya yönelik Rus romantizmini, daha doğrusu romantik sözcüğünün içerdiği tüm öğeleri barındıran müziğini seslendiren yorumcu dilediği kişisel anlayışını sergilerken yine kendi sorumluluğuyla başbaşadır. Duvarları olmayan geniş bir alanda yer çekiminden kurtulup havalanabilirsiniz. Belki bütün romantik besteciler için geçerlidir bu tanım: Chopin’in “rubato”larını abartırsanız, Verdi’nin aryalarını sulandırırsanız, Liszt’in tuşlarında cambazlığa kalkarsanız, yozlaştırabilirsiniz yorumu. İyi yorumcu bu incecik çizgiyi gören kişidir: Sınırları zorlarken taşkınlığını denetleyebilir.
Günümüzde klasik müziğin klasikleşmiş yorumuna yeni renk katmak isteyenler, önce teknik zorlukların üstesinden geliyorlar, sonra nüansları değiştirip, tempoları hızlandırıp (bazen de yavaşlatıp) kendilerini de dinleyeni de yeni bir ivmeye sokuyorlar. Kimi yorumcuyla siz de uçuşa geçiyorsunuz, bilegeldiğiniz müziğe neler katılmış araştırması sonunda yorgun düşerek soluk soluğa konser salonundan çıkıyorsunuz. Ama kimi yorumcu da bütün yenilikleri belli bir tutarlılık içinde yerine getiriyorsa hayranlıkla ayrılıyorsunuz salondan.
Geçen hafta işsanat’ta dinlediğimiz Çinli piyanist Lang Lang da tempoları, nüansları değişikliğe uğratanlardan biri. Ama tutarlı bir bağlam içinde kaldığından, şıkırtısını ve şarkısını yitirmiyor. Çaykovski’nin 1. piyano konçertosunu sayısız kez dinlediğimiz halde, hala size taptaze filizler sunabiliyor. Sizi o kadar derinden kavrıyor ki, tuşa değdiği her anı zevkle izliyorsunuz. Zira tuşlar artık piyanonun bir parçası olmaktan çıkıyor, Lang Lang’ın imgelerini kovalayan birer araç oluyor.
Doğal ki böyle uçsuz bucaksız imge gücü olan bir piyaniste eşlik eden Tabakov yönetimindeki Bilkent Senfoni’nin de işi de iyice zordu. Upuzun parmakları, hep uzaklarda birşeyler arayan gözleri, yüzünde yaptığı işi seven insanların mutlu anlatımıyla, uzun süre onu unutamayacağız. İşSanat’a teşekkürler.
ÇİNLİ PİYANİST LANG LANG
Halen dünyanın dört bir yanında aranan bu piyanist zamanımızın en heyecan duyuran, dinleyiciye gönlünü cömertçe açan sanatçısı olarak ün yaptı. Henüz 21 yaşında ve peşinde yüzlerce konser ajanı, plak yapımcısı, organizatör dolaşıyor. 1982 yılında Çin’in Shenyang kentinde doğmuş, üç yaşında piyano derslerine başlamış, beş yaşında bu kentteki piyano yarışmasını kazanmış. Dokuz yaşında da Pekin konservatuvarına girmiş. 1995’te bütün Chopin Etüdleri Pekin Konser Salonunda tek bir konser içinde seslendirmesi olay yaratmış. Çin ve Almanya’da birkaç yarışmada birincilik elde ettikten sonra 1996’da Çin Ulusal Senfoni Orkestrası eşliğinde çalmış. 1997’de Amerika’ya yerleşerek Curtis Institute’da ünlü piyanist ve pedagog Gary Graffman ile çalışmaya koyulmuş. Andante Dergisi’nin son sayısından öğrendiğimize göre -ki Lang Lang bu sayının kapağı- bu kurumda Efe Baltacıgil’in de sınıf arkadaşı olmuş. Baltimore senfoniyle ilk kez Amerika’da sahneye çıkmış. Ve 1999’da Andrea Watts, Ravinia Festivalinde hastalanınca onun yerine Lang Lang’ın Şikago Senfoniyle Çaykovski konçertoyu çalması, sanatçının bütün yazgısını değiştirmiş. Şimdi internetten programına bakıyorum: Hemen her akşam bir başka ünlü salonda çalıyor. Dünyanın en ünlü şefleriyle, en önemli festivallerinde en büyük salonlarında yer alıyor. Artık herhalde sahnede çalışıyor. Yoksa bu yoğunlukta nasıl çalışacak zaman bulur, nasıl yeni dağarcık ekler programlarına ve nasıl ününü uzun süre koruyacak bir politika uygular, zaman gösterecek.